Powered By Blogger

Bumerang

6 Şubat 2017 Pazartesi

DOMİNİK CUMHURİYETİ


Uzun süredir gitmek istediğimiz, ertelediğimiz Dominik Cumhuriyeti gezisini nihayet yapabildik. Venezuela'da da iş sebebiyle bulunuyoruz, her gidelim deyince de gidemiyoruz tabi ki.

Dominik Cumhuriyeti, Karayipler'de Küba'dan sonra en büyük ikinci ada olan Hispaniola'yı Haiti ile paylaşıyor. İki komşu arası da pek iyi değil. Dominik Cumhuriyeti İspanyolca konuşuyor, beyzbol meraklısı tam bir küçük Amerika. Haiti ise, Fransızca konuşuyor, daha fakir ve de karışık bir ülke. Futbol meraklısı ayrıca. İki ülke birbirine oldukça zıt.

Dominik Cumhuriyeti, iki filmin de seti olmuş. Birisi Apocalypse Now, diğeri ise Jurassic Park. Haitiyi şimdilik merak etmiyorum, şimdi Dominiği biraz gezelim.

Karakas'tan Acerca Havayolu şirketi ile bir buçuk saatte Santo Domingo'daki Las Americas havalimanına geldik. İki ülke arasındaki havalimanı bile o kadar farklıydı ki, bıraksalar orada bile bir iki saat vakit geçirebilirdim. Köyden indim şehre hesabı benimki. Daha girişte ülkenin fotoğraflarıyla, müzemsi görünüşüyle hoş geldin dedi Dominik Cumhuriyeti. Ülkeye giriş vergisi kişi başı 10$. (Ama tuhaf Venezuela şirketi Acerca, ekonomik krizin faturasını seyahat edenlere kesti ve iki yaşındaki oğlum için dahi 83$ ekstradan aldı. Ve bunu bileti satarken söylemeye bile tenezzül etmeden yaptılar.)

Para bozdurmak isterseniz, havaalanında iki tane döviz bürosu var. Devlete ait olanda 1 dolar 36 RD, biz özele bozdurduk. 46 RD. Buna da dikkat edebilirsiniz.

Santo Domingo'da yaşayan bir arkadaşımız karşıladı bizi. İş çıkışı saati olduğu için, trafiğe takılınca, 1 saatte ancak vardık şehir merkezine. Yol uzun sürünce etrafı inceleme vaktimiz de oldu. Her yerin olduğu gibi bu kentin de çok fakir bölgeleri vardı. Gökdelenlerin başladığı yerde de şehir başlıyordu. Tipik bir Amerika şehrini andırdı bana. Arkadaşlarımızın evinde bir güzel karnımızı doyurup dinlendikten sonra, Zono Colonial'deki otelimize doğru yola çıktık.

Orada Hotel Villa Colonial isimli otelde iki gün kaldık. Oldukça güzel bir butik oteldi. Bir gecelik kahvaltı dahil iki yetişkin 1 de bebek için 150$ ödedik. (Fiyatları özellikle buraya gelmek isteyenlere bir fikir vermesi amacıyla yazıyorum.) Her yer dolar da kabul ediyor bu arada. 


Biz iki yaşındaki oğlumuzla Zono Colonial'i gezerken biraz zorlandık. İki ileri bir geri, güvercin peşinden de koştuk arada, bisiklete de bindik. Özellikle bisiklet turumuz çok keyifliydi.


Pahalı bir turistik bölge olduğunun altını özellikle çizmek isterim. Üç bardak meyve suyuna 12$ verebilirsiniz mesela, üstelik bizim içtiğimiz meyve suları doğal bile değildi. Bu sebeple bütçeniz kısıtlı ise mutlaka önceden fiyatları sorun derim. Venezuela'da bulamadığımız ürünleri de buradan alalım diyerek merkezdeki süpermarket Nacional'e girdik, girmez olaydık. 200 dolar bıraktık ve adamakıllı bir şeyler de alamadık.
Soldaki Venezuela süpermarketi, sağdakiler Dominik
Çoğu şey dışarıdan geliyor, kendi üretimi olan ürünler oldukça az. Bu sebeple markette dolaşan fakir halkı hemen fark edersiniz. Bu yönüyle Venezuela'ya benzediği için, sevmedim marketlerini. Gerçi her şeyi bulabiliyorsun ama çok ama çok pahalı. Oğluma bir çift çocuk çorabı sordum, 6$ lafını duyunca, o çorabı usulca bıraktım elimden. Marketleri sevmek zorunda mısın, sana ne? diyecek olursanız, kıtlık olan ve marketlerdeki rafların bomboş olduğu bir ülkeden geldiğimi söylemek isterim. Yani turistik gezi planıma marketleri dahil etmek zorundaydım. Süt, un ve şeker görünce o rafların önünde poz bile verdim.


Nerelere gidilebilir Zona Colonial denen bölgede?












Parque Colon
Zona Colonial'in tam kalbinde, Kolomb Heykeli'nin etrafındaki restoranlarla, kafelerle çok canlı bir bölge. Banklarda oturup müzisyenleri dinleyebilirsiniz, bizim gibi güvercinlere yem verip, oldukça uzun bir zaman geçirebilirsiniz. Akşamüstüne doğru evlenecek çiftler gelip, düğün fotoğraflarını burada çekiyorlar. Oğlum bir albümü mahvetti , muhtemelen photoshopla onu silmişlerdir.



Bu parkın yanından Chu Chu Colonial Treni kalkıyor. 45 dakikalığına size güzel bir tur yapıyorlar. Fiyatı yetişkinler için 12US dolar, çocuklar için 7. Her tarife ingilizce değil. Binerken mutlaka hangi dilde tur yapılacağını sorun. Biz çocuklu olunca hemen ilk bu trene bindik. Etraf hakkında bize oldukça güzel bir fikir verdi. Sabah 9'dan akşam 16'ya kadar çalışıyor.










Catedral Primada de America
Parque Colon'un hemen yanında, Amerika kıtasındaki ayakta kalabilmiş olan en eski katedral. Kolomb'un oğlu 1514'te yapımına başlamış, 1540'ta tamamlamış. Giriş ücretsiz.



Las Damas Sokağı
Önemli tarihi binaları barındırıyor. Amerika kıtasındaki ilk taş döşenmiş sokak. Burada yürüyüş yapan Diego Colombus'un karısı ve arkadaşları sebebiyle Kadınlar Sokağı adını almış.

Las Damas Sokağında bulunan nereleri gezebilirsiniz?

-En eski koloniyal askeri bina Fortaleza Ozama bu sokakta. Avlusunda gaddar vali Nicolas de Ovando'nun heykeli var. 1970'te halka açılmış. O zamana kadar da askeri garnizon ve hapishane olarak kullanılmış. Giriş ücretli. Rehberle de anlaşabilirsiniz ama çok da gerek yok.

-Hostal Nicolas de Ovando, gaddar valinin yaşadığı yer. Şu anda otel olarak kullanılıyor.

-Casa de Francia, Hernan Cortes'in yaşadığı yer. Meksika'yı talan eden şahıs olur kendisi. Şu anda Fransız Konsolosluğu binası, içinizi gezmeniz mümkün değil ama dışı oldukça hoş.

-Panteon Nacional, 1747'de inşa edilmiş olan bir Cizvit kilisesi. Tütün deposu, tiyatro olarak da kullanılmış. 1958'de diktatör Trujillo şimdiki haline getirmiş. Kapıda nöbet tutan askerler var. İçeride Dominik'in önemli şahsiyetleri duvarları süslüyor.

-Plaza de Maria de Toledo dinlenmeniz için güzel bir meydan. Girişte kemerleri var. Pazar günleri de bit pazarı bu meydanda kuruluyormuş.

-Museo de las Casas Reales, 16.yüzyılda inşa edilmiş. Karayiplerdeki İspanyol yönetiminin merkezi olmuş. İspanyolların silah, tablo, değerli eşyaları ve Taino yerlilerine ait koleksiyonlar sergileniyor. İdareciler pencereden, bahçedeki güneş saatine bakıyorlarmış. Bahçesindeki Reloj del Sol'u de görebilirsiniz.



Alcazar de Colon Plaza Espana'da bulunuyor. Eskiden Kolomb'un oğlu Diego ve karısınıın yaşadığı yer olarak kullanılıyormuş. Şimdi ise Kolomb'a adanmış bir müze.

Alcazar de Colon
Plaza Espana, doksanların başında Amerika'nın keşfinin 500.yılı şerefine yenilenmiş. Çok geniş, canlı bir alan. Yine yeni evlenecek çiftlerin fotoğraf çekimi için tercih ettikleri bir yer. Hemen yanındaki Atrazana Sokağı'nda kafe ve restoranlarda dinlenebilirsiniz.


Monasterio de San Francisco, yeni dünyanın ilk manastırı. Harabe durumunda ama geceleri aydınlatma yapılıyor, bahçesinde konser ve gösteriler düzenleniyor.

Ruinas del Hospital San Nicolas de Bari, 1503 ile 1911 arası hizmet vermiş bir hastane. Kasırga ile yerle bir olmuş. Zemin planı haç şeklinde.


El Conde Sokağı, Parque Colon'dan Puerta Del Conde'ye kadar uzanan, trafiğe kapalı sokak. Kafe, restoran, dükkanları ile hareketli. Yerel ürünler satan işportacılar ve eserlerini sergileyen sanatçılar da görülebilir. Uzun bir yol ama yürüyüş oldukça keyifli. Bisikletin girmesine de izin veriliyor, isterseniz bisikletlerle de turalayabilirsiniz. Bu sokaktan yerel içecekleri  olan Mamajuana malzemelerini alabilirsiniz. Şişenin içine odunsu bitkileri dolduruyorsunuz, bal ve rom ekliyorsunuz, bir hafta bekledikten sonra, bu bitkiler içerdikleri özsuları içkiye salıyor. Siz de keyifle içiyorsunuz. Çok şifalı olduğu düşünülüyor, cinsel gücü de arttırıyormuş. Birden kafanıza dikmeyin.

Puerta del Conde, Dominik vatanseverliğinin ve bağımsızlığının en önemli simgelerinden biri. 1844 yılında Haiti işgali altındaki Dominikliler burada toplanmış ve darbeyle onları ülkeden kovmuş. İlk Dominik bayrağının göndere çekildiği yer. Sürekli nöbet tutan askerler var. Kapıdan girer girmez karşınıza çıkan yer Parque Independencia. Parkın içinde de Altar de la Patria var. Bağımsızlık parkının içinde bulunan bu anıt, Dominik Cumhuriyeti'nin üç ulusal kahramanı Juan Pablo Duarte, Francisco del Rosario Sanchez, Ramon Matias Mella'nın mozolelerini barındırıyor.

Convento de la Orden de los Predicadores, Yeni Dünya'da kurulan ilk manastır. İspanyolların yerli halka yaptığı zulümleri ilk defa eleştiren ve bunları yazılı olarak aktaran Peder Bartolome de las Casas'ın yazılarını yazdığı yer.


Parque Duarte, bu kilisenin hemen yanında. Gündüz sıradan gözüküyor ama geceleri gençlerin buluşma noktası.
,







Malecon, Santo Domingo'nun sahil yolu. Her Pazar trafiğe kapalı. Sahil boyunca otel, restoran ve parklar var. Ama geç saatlerde dikkat etmeniz tavsiye ediliyor.


Zona Colonial bize çok pahalı geldi. Yerel yemekleri habichuela fasulyesini pilav üstü yiyorlar. Tebriz'li birisiyle tanıştık. Seneler önce yerleşmiş oraya. Biz de daha önce Tebriz'de yaşadığımız için, biraz memleketi hakkında sohpet ettik. Onun tavsiyesiyle bir Lübnan restoranını tercih ettik. 2 kişilik yemek için de 40$ para ödedik.

Gündüz bakkal, akşamları ise kafe-bar olarak faaliyet gösteren dükkanları çok hoş. Danseden, bira içip günün yorgunluğunu atmak isteyen, domino oynayan halkı oralarda görebilirsiniz. Bira içip siz de o ortamın büyüsüne kendinizi kaptırabilirsiniz. En meşhur biraları President.

Barrio Chino, gerçekten Çinlilerin yaşadığı bir Çin Mahallesi. Gündüz gezin geçin, ama geceleri uğramayın.


Zona Colonial dışında gidilebilecek yerler de var. Biz Punta Cana otobüs saatimize kadar dört saat için 40 dolara bir taksiciyle anlaştık. Bizi Kolomb'un fenerine, Üç Gözler mağarasına ve Ulusal Akvaryuma götürdü. Ulusal Akvaryuma gitmemizin sebebi malum çocuklu olmamızdı ama ondan daha çok biz ilgilendik balıklarla. Akvaryumdan çok, Karayip Denizi'ne bakan parkı ilgi çekiciydi.

Ulusal Akvaryumun parkı

Ulusal Akvaryum

Akvaryum Parkı
Faro a Colon
Dışarıdan bitmemiş bir inşaata benziyor. Kolomb'un Amerika'ya ayak basışını onurlandırmak için 1992 yılında yapımına başlanmış. Amerika'nın keşfinin 500.yıldönümü yani. Ozama Nehrinin doğusunda yer alıyor. Kaldığımız otelde bize burasının Dominikliler için bir utanç kaynağı olduğundan bahsedilmişti. Gidip görmeseniz de olur bile dediler. Çünkü yapılması için binlerce gecekondu sakini evlerinden edilmiş. Dominik Cumhuriyeti de yaklaşık 70 milyon dolar kaybetmiş. Estetik açıdan da oldukça çirkin bir yapı. Aslında 10 katlı bina yüksekliğinde. Uzaktan da çok büyükmüş gibi gözüküyor. Üzerinde, topraklarında bir zamanlar yerlilerin yaşadığı ülkelerin isimleri bulunuyor. Bu deniz fenerinin içinde birçok ülkeye ait köşeler yapılmış. Kolomb'un ziyaret ettiği ülkeler olarak seçilmiş sandık önce. Ama ilgisi yok. Nedenini anlamadığımız ülkeler de vardı.

Faro a Colon

Orada Dominikli çocuklarla karşılaştık. Fenerin girişindeki kiliseye pazar ayini için gelmişlerdi. Oğlumla epey oynadılar. Biz de bu lokumları bol bol fotoğrafladık.

Kolombus Feneri'nde
Kolombus Feneri'nde


Popüler kültürde yer etmiş düşünce, Kolomb'un Amerika'yı keşfetmiş olduğu. Halbuki Amerika, yerli halklar tarafından asırlar önce keşfedilmiş. Üstelik Kolomb, Amerika'ya ayak basan ilk Avrupalı bile değil. Fakat onun farkı gelip de kalan ilk Avrupalı olması. Ve peşinden başka Avrupalıları sürüklemekte gecikmemiş. Bugün, özellikle Amerikan yerlilerinin Kolomb'a ve yaptıklarına yaklaşımı çok daha eleştirel. Taini yerlilerinin nesillerinin İspanyollarla temastan sonra aşırı çalıştırılmaktan ve de yeni tanıştıkları Avrupai hastalıklar yüzünden son hızla tükenmesi bu düşüncenin başlıca sebeplerinden. Keşfin ardından sistematik olarak köleleştirilen Taino yerlilerinin nüfusu, yarım yüzyıl içinde %90 oranında azalmış. Bu bilgiyi de öğrenince fener, benim için de bir utanç kaynağı olmaya başladı.

Kolombus Feneri - Faro a Colon
Yapının deniz feneri özelliği komşu ülke Porto Riko'dan bile görülebilecek denli güçlü bir ışık yansıtabiliyormuş. Daha da önemlisi bu ışık haç biçiminde.

Bir müze olarak planlanan bu yapı, Kolomb'a ait olduğu düşünülen külleri de barındıran bir mozole. Yapının uzun kenarı 210 metrelik devasa bir haç şeklinde tasarlanmış formu da, Amerika'nın hristiyanlaştırılmasını herkesin gözüne sokmak istercesine sembolik. Yine de gidip bir görün derim. Tercih sizin.


Kolombus Feneri -Faro a Colon

Kolombus Feneri - Faro a Colon

Kolombus Feneri- Faro a Colon

Kolombus Feneri - Faro a Colon

Kolombus Feneri - Faro a Colon

Los Tres Ojos
Üç göz anlamına geliyor. Kireçtaşı binlerce yıl içinde suyun erozyonuna uğramış. Son derece etkileyici mağaralar, geçit ve göller oluşturmuş. Taini yerlileri bu alanı kutsal olarak kabul ediyormuş. İnanılmaz huzurlu bir yer. Kayalara açılan bir delikten merdivenlerle aşağıya iniyorsunuz. Üçüncü göle gidebilmek için sala biniyorsunuz. Muazzam bir yer. Başka bir dünyadaymışsınız hissi veriyor. Kalabalık olmasa, saatlerinizi geçirebileceğiniz bir ortam. Büyülü bir yermiş gibi. Müthiş güzellikte sarıp sarmalayan bitkiler, su, güneş ışığının oyunları, balıklar....

Tres Ojos
Bizim dikkatimiz çocuk peşinde koşarken dağıldığı için rehberli gezdik. Sıkı pazarlık yaptık. 25dolardan 10dolara indirebildik. Pek de gerek var mı, aslında yok. Kendiniz durumu değerlendirin. 


Tres Ojos
Tres Ojos'tan sonra, kapıda bekleyen taksiye bindik ve garajın yolunu tuttuk. Bu coğrafyada beklemek kader. Yine bekledik ama garajdaki insanlarla kaynaşmak da güzeldi. Kişi başı 10 dolara Punta Cana'ya yola koyulduk. 3saat sürdü yol. Çok dar koltuklar sebebiyle ve mecburi izlemek zorunda kaldığımız eski yapım bir filmle, bebemiz de kucakta zor oldu. Bu yüzden dönüşte havaalanına kadar taksi kiraladık. Uzun bir yol olduğu için 150 dolara anlaşabildik.


Tres Ojos


Tres Ojos

Doğal damlamalarla oluşmuş yunus şeklindeki kireç taşı

Tres Ojos

Punta Cana
Küba'nın Varadero'su gibi, bizim Antalya'mız gibi. 3gün de burada kalarak dinlendik. Pek yakında güneşi özleyeceğimiz bir coğrafyaya gideceğimiz için D vitamini depoladık kuzey yarımküreye göre kışın ortasında.

Punta Cana

Punta Cana

Güzel bir geziydi. Amerika'nın acılarla dolu hikayesinin başladığı yeri görmeli. Sömürge tarihinin oynadığı oyunlarla aynı adada buluşan iki halkın, nasıl da birbirlerine düşman olduklarını anlamalı.
Venezuelalılara benzerlikleri de vardı. Aşırı pahalılık, bir tarafta ultra zenginlik, diğer tarafta ise fakirlik... Haitililerin her yerde iş hayatında olduğunu da fark edeceksiniz. Birbirine düşman iki ülke oldukları için ırkçılığın da hat safhada olduğunu düşünüyorum. Az paraya çok çalıştırılan göçmenlerin kaderi maalesef her yerde aynı.

Biraz pahalı bir ülke olsa da sadece deniz, güneş ve kum değil, detaylı tarihiyle de gezilesi, görülesi bir yer... 


Punta Cana
   

2 Şubat 2017 Perşembe

HİÇ Mİ İYİ BİR ŞEY YOK?

Venezuela ile ilgili öyle yazılar yazdım ki, benim dahi içim karardı ve oturdum bilgisayarın başına, iyi yönlerini bulmaya çalıştım. Biraz zor oldu tabi.

***Tüm bekleme ile geçen hayatlarına rağmen sakinler, sabırlılar. Trafik feci aslında. Ne hatalar, ne kazalar oluyor ama kimse kavga etmiyor, zırt pırt korna çalan birileri yok.

***İnsanların mimiklerini, gövdelerini, el ve kollarını kullanarak tutkulu bir şekilde konuşmaları çok hoşuma gidiyor. Bizi buralara sürükleyen Ispanyolcaydı. Tam olarak öğrenemesek de olsun, hala çok seviyorum. Kim bilir belki diğer ülkede İspanyolca kursuna giderim. Komik olur, evet. Burada yapamadım, orada bulurum bir yolunu.

***Aksanlarına bayılıyorum. "Mas o menos"u "mah o menoh" okumaları, "este"yi "ehte", bir de ingilizcedeki "well"kelimesi yerine "entonces"kelimesini uzatarak kullanmaları hoşuma gidiyor. Dil çok melodik gerçekten. 

***Venezuelalılar ilk başta biraz utangaç ve çekingenler. Alıştıkça ısınıyorlar ve çok sıcakkanlı insanlar. Herkes selamlaşıyor. Hal hatır soruyor.

***Çocukları çok seviyorlar. Avrupalılar gibi yanağa dokunarak ya da karşıdan değil. Bizim gibi seviyorlar.


***İklime diyecek hiçbir lafım yok. Harika, harika, harika.... 365 gün güneş, ara ara yağan yağmurlar, ılık rüzgarlar. Çok özleyeceğim çok.

***Bu iklim sayesinde hafif kıyafetlerle yaşamak da çok keyifli. Tam benlik. Neredeyse bir şort, bir pantolon ve tişörtle geçirdim iki seneyi.


***Doğası inanılmaz güzellikte. Muhteşem yapıdaki ağaçlar, çiçekler. Tarzanın sallandığı ağaçların uydurma olmadığını da burada anlamış oldum. Sanki ağacın her yerinden ipler sallamış birisi aşağıya, atlasan sallanacaksın Jane gibi. Öyle heybetli ağaçlar var ki, öyle ulu, bakarak dallarına, çiçeklerine, yapraklarına bir ömür geçirebilirsin. Terapiye falan ihtiyaç yok. Belki sakinliklerini bu doğaya borçlulardır.

***Doğa bu kadar harika olur da hayvanları muhteşem olmaz mı? Bildiğin vahşi doğa. Rengarenk kelebekler, sinek kuşları, rengarenk adını bilemediğim, muhteşem güzellikte kuşlar ve onların huzur veren sesleri.

***İklim sıcak ama Venezuela'lılar en ufak bir hava değişikliğinde(Bir iki derece düşüşten bahsediyorum) hava çok soğuk, üşüdüm diyerek ceketlere sarılıyorlar. Tuhaf belki ama ben çok şirin buluyorum bu davranışları. Sıcağa çok alıştıkları için de hemen hasta oluveriyorlar.

***Soğuk özlemi var. Örgü bere, diz altına kadar bot, bazen boğazlı kazak ve deri ceket giyenler görebiliyorum. Yine bana çok şirin gelen davranışlarından biri. 

***Kadınlarının, ekonomik durumu ne olursa olsun, bakımlı oluşları, kıyafetlerine dikkat etmeleri (fazla dış görünüşe önem vermeleri de bazen sıkıntı) ,kendinden emin yürüyüşleri görülmeye değer. Şöyle bir kafanızı çevirip bakıyorsunuz. Güzellik kraliçesi çıkaracak kadar çok güzel gördüm mü, hayır. Ama estetik harikası kadınlar gördüm evet bunu da buraya not düşeyim.

***Gerçekten spor yapıyorlar. Burada, güvenlik sıkıntısına rağmen bisiklete binen, yürüyüş yapan, koşan, mahalle aralarındaki spor amaçlı parklarda bilinçli spor yapanları görebilirsiniz.

***Benzin ucuz değil, bedava. 1Litresi 6 bolivar. 1Dolar da 3000 bolivar. Hesaplamasını size bırakıyorum. Gezebilsek bir de harika olacaktı tabi.

***Kadınlı erkekli futbol dahil, birlikte spor yapmayı sevdikleri için Venezuellalıları ayakta alkışlıyorum. 

***Tequennnosu güzel. Bizdeki sigara böreğinin daha hamurlu hali, ortasında mozarella peynir dolgusu var.

***Churroya bayılıyorum. Tulumba tatlısının ince uzununu düşünün. Bi de onu şekere buladıklarını. Üzerine de çikolata sosu. Nefis!

***Arepayı sevmeye başladım. Sadece mısır unu, su ve tuzdan yapılıyor. Minik yassı ekmekler. Arasını açıyorsun. Sıcak sıcak, göm içine peyniri, avokadoyu, istediğin sostan da dök üstüne. Off!

***Ponche crema denen çoğuna göre ağır gelebilecek bir içkisi var. Ben sevmiştim. Santa Teresa markasının kaliteli ponche kreması var ama siz isterseniz evde de yapabilirsiniz. Süt, yumurta, ve romdan yapılıyor. Tarifini şuraya bırakıyorum.
 https://www.youtube.com/watch?v=KQGswFQVbuc

***Cafe con lechesinde bahsetmemek ayıp olur. Süt kıtlığına rağmen, hala güzel yapan kafeler var. Zaten Venezuela eskiden çok iyi bir kahve üreticisiymiş. Bu yüzden kahveden iyi anlıyorlar.

***Meyveleri muazzam. Her gün 1 avokado yiyebilirim. Ananası, muzu, platano denen olgunlaşmamış muzu, nisperosu, papayası (burada lechosa deniyor), adını hatırlayamadığım değişik meyveleri(ithal de olsa çoğu) leziz. Nisperodan özellikle bahsetmeli. Kabak tatlısının meyvesini yapmışlar sanki, bir de kabuğunu soydun mu eşit parçalara bölünüyor. Etkileyici...

***Eskiden tatlı ve dondurmalarıyla ünlüymüş. Karakas merkezde hala çok iyi dondurma yapan, çeşidi bol yerler var. Süt tozu ile yaptıklarına eminim. Süt,un ve şeker sıkıntısı sebebiyle çok da özel tatlılar yemedim. Ama olanlar güzel mi güzel.



***Los Roques ve Canaima, buradayken görülmeye değer. Ben Los Roques'e gidebildim. Unesco tarafından koruma altına alınmış, bir kaç küçük adacıktan oluşuyor. Ulaşımı zor ama gidip görmeye değer. Canaima ise sivrisineklerden ötürü çocukla riskliydi, gidemedim. Amazonlara doğru, dünyaca ünlü Angel şelaleleri ve Roraima dağı da Canaima bölgesinde.
Los Roques hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayınız.
https://www.youtube.com/watch?v=MeT0txRfdug
Canaima için ise buraya. https://www.youtube.com/watch?v=XDwpfIZOLtI


***Alışveriş merkezlerinde çocuklara özel berberler var. Oyuncağı bol, güler yüzlü, neşeli insanlar çalışıyor. Çizgi film izletiyorlar ağlamasınlar diye.

***Ülkeye zor sokulan yeni model arabalar sebebiyle ve alım gücünün düşüklüğü sebebiyle eski model araba çok trafikte. Özellikle otobüsleri. Bazen eski zamanlarda yolculuk yapıyormuşum gibi hissediyorum. Ama bir Küba değil tabi ki. Hepsi bakımsız.

***Çocukları gerçekten mutlu. Çünkü hava muhteşem. Her gün dışarı çıkabiliyorlar. Her gün oyun oynayabiliyorlar.

***Filmleri de güzel. Burayı daha iyi tanımak için bir kaç film önerisi de verebilirim:
Hermanos
Desde Alla
Pelo Malo
El Manzano Azul
Oriana
Araya
Azul y Tan Rosa
Piedra, Papel y Tijera
El Regreso
Reveron


Gördünüz mü? O kadar da olumsuz değilim. İstediğim zaman nasıl da güzel taraflarını yazabiliyorum. 

Geçenlerde yurttaşımızın biri uğradı Karakas'a. İnternetten Venezuela'ya yerleşmeniz için 10 neden isimli bir makaleyi okumuş da gelmiş. Aynı gün soyup soğana çevirdiler. Siz siz olun benim bu yazdıklarıma kanıp da buralara gelip, yerleşmeye kalkmayın. Bu yazıma ve bu yazıma da bir göz atın.
İyi okumalar...