Biz bir önceki yazımda anlattığım
gibi bir turla, paket program şeklinde gittik. İyi otellerde
kaldık, rehber eşliğinde gezdik. Havana gezimizden sonra, Antalya
Belek'e benzer bir yer olan Varadero'ya gidip dinlendik.
Diyeceksiniz ki bu şekilde gezip tozup da nasıl anlayacaksın Küba'yı? Bildiklerim, duyduklarım, öğrendiklerim aklımdaydı hep gezerken, o şekilde baktım eski kokan sokaklarına, çoğuna göre çok mutlu insanların yaşadığı güzel ülke Küba'ya.
Diyeceksiniz ki bu şekilde gezip tozup da nasıl anlayacaksın Küba'yı? Bildiklerim, duyduklarım, öğrendiklerim aklımdaydı hep gezerken, o şekilde baktım eski kokan sokaklarına, çoğuna göre çok mutlu insanların yaşadığı güzel ülke Küba'ya.
Venezuela'dan Küba'ya Cubana Hava yollarıyla geldik. Rötar sebebiyle 1 gün Karakas'ta havaalanına yakın bir otelde mecburi konaklama yaptık. 1gün gecikmeyle gidebildik Havana'ya. Berbat bir hava yolu şirketiydi çünkü aynı sıkıntıyı dönüşte de yaşadık. Havaalanında bekledik, 7 saat rötarla dönebildik evimize.
Havana'da deniz kenarındaki Hotel Melia Cohiba'da kaldık. Dekorasyonu eski zamanı yansıtıyordu. Otelde yiyecek sıkıntısına dair herhangi bir şey hissetmedik. Varadero'da da çok güzel bir tatil köyünde kaldık. Paradisus'tu adı. Benim otellerde tek derdim 14 aylık oğlumun bir şeyler yemesiydi. Çünkü bir takım alerjileri vardı ve dışarıda hiçbir şey yemiyordu.
Arabayla rehber eşliğinde gezdik üç bölgeden oluşmuş Havana'yı. Sonra bisiklet kiraladık, bir tur sindire sindire gezdik. Bir kez de belirlediğimiz bölgelerde yürüyerek arşınladık sokakları. Hepsinin ayrı bir tadı vardı. 14 aylık bebeyle yavaştan almak zorunda kaldık çoğu kez. Sorunsuz bir gezi oldu neyse ki...
Fethiye'de yaşarken Hollandalı bir arkadaşım vardı. İki yıl Küba'da dalış hocalığı yapmış. O bana Küba'yla ilgili daha önce hiç duymadığım, ezber bozan şeyler anlatırdı. Adada yaşamanın verdiği tuhaf his, özgürlüklerin kısıtlılığı, yiyeceklerin bulunamaması, kalitesizliği, sabun, tuvalet kağıdı olmayışı ve daha neler neler... Dinlerdim sadece. Sonuçta hiçbir fikrim yoktu.
Ne zamanki Venezuela'ya geldim, buradaki insanların anlattıklarıyla, onun söyledikleri örtüşmeye başladı, o zaman anladım ki uzaklardan hiçbir şey bilmiyormuşuz. Aynı şekilde Venezuela hakkında bildiklerimi de yerle bir eden deneyimler sonrasında aslında tüm ideolojilerin içinin ne kadar boş olduğunu ve hepsinden kati suretle uzak durmam gerektiğini öğrendim. Çünkü benim için artık bunların hiçbir önemi kalmamıştı. İnanırlıklarını yitirmişlerdi.
Bir ülkeyle ilgili fikriniz olması için o ülkede ya da yakın bir coğrafyada en az 2 sene yaşamış olmanız gerekli. Örneğin bizler komşularımızda ne olup ne bitiyor bir Venezuelalıdan daha çok şey biliriz. Bir Venezuelalının da Küba hakkındaki düşüncesi benim için önemlidir.
İnternetteki yazılar bu sebeple bana hep yapay gelir. Herkes güzel taraflarını konuşuyor zaten. “Ay ne güzel gittim, gördüm, çok hoştu, yerli insanlar, renkli hayatlar vs... çok sığ bir gezi dillendirmesi. “Küba'ya gittim, yerlisiyle konuştum, gayet mutlular, bana öyle dediler” de çok inandırıcı bir açıklama değil. Madalyonun öteki yüzü her zaman farklı olabilir.
Venezuela'daki komşularıma Küba'ya
gideceğimi söylediğimde, yüz ifadeleri değişmişti.Gözlerini
devirerek, “Gidecek başka bir yer bulamadın mı? “demişti
birisi. Bir diğeri de zaten sosyalist rejimi gördün, komünizm de
bunun bir benzeri, bari Miami'ye filan gitseydiniz de ihtiyaçlarınızı
alsaydınız” dedi.
Onlara sordum:
Onlara sordum:
- “Siz gitmeyi düşünmüyor
musunuz?” cevapladı, oflaya puflaya:
- “Fidel ölürse belki giderim.”
- “Yapmayın etmeyin,” dedim tabi
ki, “Adam halkı için neler yaptı, bunu görmezden gelemezsiniz.”
- “Ailesi tam bir toprak ağası, 200 dönüm arazisi var. Komünist bir insanın kendine ait toprağı olması garip değil mi?” dediler. Bir de halk eski arabalara mecbur bırakılırken, elitler son model arabalarla dolaşıyormuş, ekonomi bakanı da dahil.
- “Ailesi tam bir toprak ağası, 200 dönüm arazisi var. Komünist bir insanın kendine ait toprağı olması garip değil mi?” dediler. Bir de halk eski arabalara mecbur bırakılırken, elitler son model arabalarla dolaşıyormuş, ekonomi bakanı da dahil.
- “Küba'da herkes Fidel'i seviyor
bir kere. Devrime de sadıklar” dedim, onları halt ettiğimi
düşünerek.
- “Herkesin Fidel'i sevdiği doğru
değil. Hatta sana şunu söyleyebilirim halkın %80i sevmez onu. Ama
Che'yi severler. Küba'da asker ve polisin dışında bir de devrim
muhafızları var. Bu kişilerin görevi halkı devlete ispiyonlamak.
Öyle davranmak zorundalar. Sokakta hep Fidel'i seviyoruz demesinler
sıkıysa. Başlarına ne geleceğini bilmek istemezsiniz.”
dediler. (Bu devrim muhafızlarının Venezuela'daki adları Sapo. Bir çeşit kurbağa demek.)
Bana daha bir sürü şey anlattılar.
Che'nin aslında bir haydut olduğunu, Fidel'in diktatörlüklerini,
Chavez ile Fidel'in arkadaşlığını. Dediler ki “Küba'nın
gerçeklerini Küba dışında yaşayanlara soracaksın. Amerika'da
yaşayanlar anlatsın neler çektiklerini.”
Venezuela'da bir çok Kübalı doktor çalışıyormuş. Ve hiçbirisinden hoşlanmıyorlar. Çoğunun ajan olduğunu düşünüyorlar. Bazı doktorlar da Küba'ya geri dönmek istiyorlarmış Venezuela'daki malum şartlardan dolayı ama böyle bir hakları yokmuş. Venezuela Hükümeti Küba'ya her bir doktor için aylık 1500 dolar ödüyormuş. Küba da doktorlara sadece aylık 25 dolar verip, aradaki parayı alıyormuş. Modern kölelik gibi bir sistem dediler.
Hatta parlamentoda üst düzey kişilerin aksanından anlaşılıyormuş Kübalı oldukları, ama biz buralıyız diyorlarmış. Onların sistemi değiştirmeye çalıştıklarını düşünüyorlar.
Küba, gitmek isteyenlere kapılarını
ilk kez 1970'de açmış. 1980'lerde 200 bin kişi ülkeyi terk etmiş.
Fakat devlet araç vermemiş. Miami'den teknelerle akrabaları
gelmiş, gidebilenler gitmiş, binemeyenler derme çatma teknelerle
açık denizde boğulmuşlar, köpek balıklarına yem olmuşlar.
Biliyorum bunu duyduktan sonra bana şöyle söyleyeceksiniz; “Her
devrim kendi kurbanlarını verir” Ben de Venezuelalı
arkadaşlarıma böyle söyledim. Ve çok gerildiler. Dediler ki, üç
beş kişiden bahsetmiyoruz, 200 bin insandan bahsediyoruz.”
Eklediler; “Madem Küba süper,
yaşanacak bir ülke, herkes orada mutlu, niye insanların gitmesine
izin verilmiyor? Niye balık tutmak için bile olsa tek bir tekne
yok? Sen o kadar yokluk çeksen, internetin olmasa, dünyadan bihaber
olsan, aynı ve küçük bir evde kalabalık bir şekilde yaşamak
zorunda kalsan, o ülkeden asla dışarı çıkamayacak olduğunu
bilsen mutlu olur muydun?”
Dedim ki “Ama her bir aileye kira
yardımı yapılıyor, eğitim yardımı, yiyecek yardımı, sağlık
sistemi harika....”
Verilen yiyeceklerin çok yetersiz
olduğunu, kalitesiz olduğunu, tekstil ve kozmetiğin aşırı
pahalı olduğunu, turizm sonrası insanlarda değişim yaşandığını
anlattılar. İnsanlar daha az emekle daha çok kazanmak istiyormuş
doğal olarak. Bu da toplumda bir yozlaşma yaratmış. Sağlık
sisteminin de çok abartıldığını ama doktorların kaliteli
olduğundan bahsettiler. Aletler eski olduğu için bunun da bir önemi yok diye eklediler. Ama yine de Venezuela'dan daha iyi bir sağlık sistemleri olduğunu da kabul ettiler.
Etkilenmedim desem yalan söylemiş
olurum. Tabi ki düşündürdü beni bu anlatılanlar. Küba'yı
gezerken de bu söylenenler çınladı kulağımda.
Örneğin pek çoğu için hoş gelen
renkli, dip dibe evlerdeki fakirlik battı gözüme. Orada
yaşayanların gözlerine baktım, bana hiç de mutlu gibi
gözükmüyorlardı. Çoğu çaresizlikten oralarda yaşıyor
gibiydi. Aynı evde sülalecek yaşıyorlardı ve bunun çok hoş bir şey olduğunu da zannetmiyorum. Hijyen sıkıntısı barizdi. Karakas'taki gibi genç anneler çoktu, çoğunun ağzında bir de sigara vardı.
Meydanlarda dolaşırken önümü
kesen, ısrarla bana bir şey çalmaya çalışan müzisyenlerden,
fotoğraflarını çekmemi isteyen insanlardan rahatsız oldum
mesela. Yabancı olduğumuzu gören atlıyordu önümüze konuşmak için. Ya para istiyor ya da bir şey almamızı istiyorlardı.
Pek de ucuz bir kent değildi. Sahilde yürüyüş yapmıştık ve bebeyle zorlandığımız için dönüşte taksiye binmek zorunda kalmıştık. O zaman pazarlık yapmamız gerektiğini bilmiyorduk. En fazla 2 kmyi 8cuc yani 8 euroya gitmiştik.
Pek de ucuz bir kent değildi. Sahilde yürüyüş yapmıştık ve bebeyle zorlandığımız için dönüşte taksiye binmek zorunda kalmıştık. O zaman pazarlık yapmamız gerektiğini bilmiyorduk. En fazla 2 kmyi 8cuc yani 8 euroya gitmiştik.
Kısa bir mesafe için pahalı bir
fiyattı.
Önemli bir meydanda bir arbede
yaşanıyordu, öğrendik ki eşlerinin durumuna dikkat çekmeye
çalışan bir grup kadın protesto gösterisi yapmıştı ve yaka paça
gözaltına alınmışlardı. Bunu nasıl öğrendik derseniz,
tesadüfen aynı meydanda olan bir Venezuelalı ile dönüş yolunda
hava alanında tanıştık. Malum, uçak 7 saat rötar yapınca konu
konuyu açtı. Detayları bize aktarmıştı. Hatta demokrasinin hiç
işlemediğinden, muhalefetin sesinin hep bastırıldığından bahsetmişti.
Turizme yapılan yatırım, ülkeye
nefes aldırmış aslında. Bu tercihleri de doğru gibi gözüküyor.
Ama tabi ki yan etkileri de olmuş. Gelen turist, bir Kübalı için
dış dünyanın temsili. Kübalı bir gencin, yan komşusunun
odasına 350 dolar kira veren, bir öğün yemeye 10 dolar
harcayabilen yabancı turistten etkilenmesi normal. Ortalama maaş
ise 20 dolar gibi. Küba standartlarına göre yüksek miktarda para
harcayan turistlerin varlığı, bir takım yoksul kesimin kolay
yoldan para kazanma sevdasına yol açmış. Jinetero denen bir grup
oluşmuş. Turistin sırtına binen, sırtından geçinen adam
anlamında. Venezuela'da ise kadın, erkek fark etmez fahişeler jinetero olarak biliniyor.
Neler yapar bu jineterolar?
Yoldan geçenlere fahiş fiyattan fıstık satmak, kaçak ve çoğu zaman sahte puro kakalamak, ya da turistle muhabbet edip bir şeyler ısmarlamasını beklemek, bazen fuhuş... Yoz bir kesim anlayacağınız. Benim gibi siz de bunlarla karşılaştıysanız hayal kırıklığına uğramış olmanız mümkün. Bu yoz kesim Kübalıların da nefretini kazanmış durumda. Ama bunu Küba'da büyük bir yozlaşma vardır diyerek de genelleyemeyiz.
Neler yapar bu jineterolar?
Yoldan geçenlere fahiş fiyattan fıstık satmak, kaçak ve çoğu zaman sahte puro kakalamak, ya da turistle muhabbet edip bir şeyler ısmarlamasını beklemek, bazen fuhuş... Yoz bir kesim anlayacağınız. Benim gibi siz de bunlarla karşılaştıysanız hayal kırıklığına uğramış olmanız mümkün. Bu yoz kesim Kübalıların da nefretini kazanmış durumda. Ama bunu Küba'da büyük bir yozlaşma vardır diyerek de genelleyemeyiz.
Mutfakta nelerin piştiği de o ülke hakkında bilgi veriyor. Venezueladaki Kolombiyalı yardımcımız platano denen olgunlaşmamış muzlardan nasıl yemek yapılacağını öğretirken, bu meyvenin kabuklarının da Küba'da ayrı bir yemek olarak yapıldığından bahsetmişti. Bildiğiniz muz kabuğu yani. Ayrıca, ananasın kabuklarını da atmayıp, pilava koyuyorlarmış. "
Neden?"dedim? "Kabuk onlar, yenmez ki."
"Açlıktan." diye cevap verdi. "Oradaki insanlar çok fakir senyora."
Yani eğer devlet her türlü ihtiyaçlarını kaşılıyor olsaydı, bunları yemek zorunda kalırlar mıydı? Belki yeniyordur ve lezzetlidir, orasını geçtim. Yakın coğrafya tarafından bu şekilde nasıl biliniyor?
Ben hem Venezuelalıların dediklerini anlamaya çalıştım, hem de gördüklerimi sindirmeye... Fikrim şudur ki Küba'da dünyanın en mutlu insanları yaşamıyor. Bu kesin...
Madalyonun iki yüzü var elbet. Tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi...
Neden?"dedim? "Kabuk onlar, yenmez ki."
"Açlıktan." diye cevap verdi. "Oradaki insanlar çok fakir senyora."
Yani eğer devlet her türlü ihtiyaçlarını kaşılıyor olsaydı, bunları yemek zorunda kalırlar mıydı? Belki yeniyordur ve lezzetlidir, orasını geçtim. Yakın coğrafya tarafından bu şekilde nasıl biliniyor?
Ben hem Venezuelalıların dediklerini anlamaya çalıştım, hem de gördüklerimi sindirmeye... Fikrim şudur ki Küba'da dünyanın en mutlu insanları yaşamıyor. Bu kesin...
Madalyonun iki yüzü var elbet. Tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi...
Renkli kıyafetler, hareketli sokaklar, binalar,
mobilyalar, danslar, müzikler, güvenlik sıkıntısı
hissetmediğim sokaklar bana her şeye rağmen iyi geldi.
Parmaklıksız, açık pencereli evleri Karakas'taki deneyimimizden
sonra gönlümüze su serpti. Fidel'in Kübasını görmek de bir
şanstı. Oğlumuz büyüdüğünde kim bilir bir de diğer Küba
için düşeriz yollara...
Demek istediğim şu ki, hiçbir şeye
körü körüne inanmayın. Dinleyin sadece. Öğrenin, okuyun, bilin
ama gidip iki sokak arşınlayınca abartıp abartıp anlatmayın.
Ben sadece aktarmaya çalıştım. Her ülkenin kendine ait bir iç
dinamiği vardır. Bize düşen gözlemlemek ve kabul etmek. Kimseye,
hiçbir kültüre, ülkeye, kişiye özel bir sempatim ya da nefretim
yok. Burada yazanlar benim gözlemlerimdir, yaşadıklarımın, duyduklarımın size
aktarımıdır. Gidip gitmemek, madalyonun diğer yüzü olduğunu da kabul edip etmemek size kalmış...
Not: Fotoğrafların tamamı bana ve eşime aittir. Daha fazlası için instagrama bakabilirsiniz.
@oykumce_
@ mrsmhmt