Başlık tuhaf değil mi? Bana bir sene önce orada yoga yapacaksın deseler asla inanmazdım.
İstediğin her şeyi bulacaksın deseler gülerdim. İyi ya da kötü diye yargılamadan
yazmaya çalışacağım. Herkesin yogası
kendine özel. Farklılıklar güzel!
Kendimi sokaklara attığım
bir günde tesadüfen bir tabelaya ilişti gözüm. Vali Asr’da Frooghi Caddesinde
bir yerdeydi. “Yoga Academy”.
Önce tabelayı görünce bir burun kıvırdım. Sonra, bir cesaretle daldım içeri.
Görevli kız
ile yarı Türkçe yarı İngilizce anlaşmaya çalıştım. Türkiye’den geldiğimi ve
burada yoga yapmak istediğimi söyledim. Dersler hakkında bir kaç soru sordum.
(Daha önce “Hey Tebriz’li selam ! Ben Türküm” dediğimde,” N’olmuş biz de Türküz”
dedikleri için, artık Türkiye’den geldiğimi söylüyorum.) Bir gün sonrasında da derslere
başladım.
Tabi ki sadece bayanların yoga yaptığı bir yer. Akşamüstü de
erkeklerin yoga uygulaması oluyormuş. Örtümü çıkartır çıkartmaz bir mutluluk kapladı
içimi. Türkiye’deki gibi matımı serdim.(Kalın süngerimsi bir egzersiz
minderinin üstüne çarşaf sererek yoga yapıyorlar. Öğretmen çorapları çıkarın şimdi derse çoraplar çıkıyor. Merkezde plastik terlikler giyiliyor. Çünkü yerler taş.Yoga sınıfının önünde çıkartılıyor.)
Oturdum, başladım
esnetmelere. O sırada gözüme çarpan kadınların bakımıydı. Makyaj desen harika, kıyafetler desen süper. Dünyanın en seksi yoginileri ile aynı sınıfta olan ben, kendi paspallığımla yüzleştim bir anda. :) Dışarıdayken gizlemek zorunda oldukları kadınlıklarını, kadınlar arasında her fırsatta sergilemek istiyorlardı sanki. Yoga eğitmeni geldi yanıma, sonra diğerleri. Çok sevindiler,
şaşırdılar. Beni tanıyan tanımayan herkes gelip ellerimi sıkı sıkı kavradı. Gözlerimin içine bakarak "Hoşgelmişsen"dediler. O kadar samimilerdi ki, içimi sımsıcak yaptı enerjileri. Ve gördüm ki bunu her gün, her yeni buluşmada, yine göz temasıyla yapıyorlar.
Sohbet ettik. “Hamımız Türküz, gardaşız” dediler. Öğretmen derse başlamadan
önce benim de yoga eğitmeni olduğumu söyleyip, herkesten bir alkış istedi.
Utandım tabi ki. (Burada "takdir etme", bizden biraz daha yoğun. Ders boyunca "mersi"ler, "âli"ler, "çok gözel"ler havada uçuşuyor. Sadece dersi kastetmiyorum. İnsan ilişkileri sanki daha derin. Bunda sistemin de etkisi var tabi. Baskı arttıkça, insanlar birbirlerine ve kendilerine yoğunlaşıyorlar.)
Ayakta eklem
esnetmeleri, yürüyüşler sırasında sohbetler, gülüşmeler bir on dakika sürdü.
Öğretmen de yaramaz bir sınıfa denk geldiğimi ve sessizlik istiyorsam, yanlış
yerde olduğumu söyledi. Bunu o ilk dakikalarda anlamıştım zaten. O güne has
zannetmiştim ama yogayı bir sosyal aktivite olarak gördüklerini ve yoga
merkezini de bir buluşma, kaynaşma yeri olarak algıladıklarını daha sonra
anlayacaktım. Öğretmen her gelene ”Hoşgelmişsen” deyip, halini hatırını
soruyordu. Biliyorsunuz ki bu bizde hiç olmaz. Yani dersin başında ya da ortasında yapılmaz. O kadar içten yapıyordu ki, dersin bölündüğünü düşünmedim. Dersin ortasında gelene bile aynı şeyi yaptı.
Ders benim deneyimlediklerimden biraz daha hızlı bir tempodaydı. Bir
saat kadar yoga ve pilates karışımı bir ders yaptık. Başka öğretmenlerin derslerine girdiğimde "İyi ki daha önce bedenimi doğru kullanmayı öğrenmişim" diyorum. Sonuçta herkesin temposu ve tarzı farklı. Bana uymayabiliyor. Bedenimi korumayı bildiğim için sünger üstünde yapmakta zorlansam da incinmedim. Herkesin yoga bildiği düşünülerek ders devam ediyordu sanki. Ben ders verirken, dersin yarısını asanaları anlatmaya harcıyorum. :)
Öğrenci olarak, eğitmenin beni düzeltmesi de çok hoşuma gider. Bu sayede asanada derinlik kazandığımı düşünürüm. Öğrencileri yönlendirmeyi de severim. Tabi ki herkese yapamazsınız. O elektriği alırsınız zaten. İhtiyacı olana dokunabiliyorsunuz. Burada öğretmen çok dolaşmıyor. Kendisi gösteriyor. Sözel olarak daha çok efor sarf ediyor. Aslında kendini incitecek şekilde pozlara giren çok kişi vardı. İlk başta düzeltmemek için kendimi zor tuttum. Daha sonraki sohbetimizde"neden yönlendirme yapmadığını" sordum. Buradaki insanların hoşuna gitmediğini söyledi. Hata yaptıkları için düzeltildiğini düşünüyorlarmış. O da onların tercihi. Dokunulmasını sevmiyorlarsa, rahat bırakmak en iyisi.
Dersin devamında anladım ki; Tebriz
Azericesi Farsça'dan etkilenmiş olsa da, öz Türkçe konuşuyorlar. Dersten kaptığım cümleler ya da kelimeler:
-Diz müşgülü(problemi) olan, dizi sındırsın.(büksün)
-Elinizi kalçanızın gabağına(önüne, ilerisine) koyun.
-Ayaklarımızı soldan sağa deveran eyliyoruz.
-Gözlerimizi yuvalarından pörtletiyoruz.
-Kıçımızı(ayak) bacağın içine aparıyoruz.(getirmek)
-Sutununuzdaki(omurga) mühürleri(omurga) birer birer aşağı aparıyoruz.
-Teveccühümüzü(dikkatimizi) tüylerimize(saç) döndürüyoruz.
-Teveccühünü daha yukarı apar.
-Sinemizi bacağa döndürüyoruz.
-Yüzünüz kızışabilir(kızarabilir), normaldir.
-Keşişlerde dikkat eyleyin.(Akışlarda)
-Eyleşin(Oturun)
-Kolunuzun dalından(Vücuda bağlantı yerinden) tutun.
-Haydi yoga uşakları! Dersten Razısıııız? (Razı mısınız?)( Mutlu
musunuz?)
-Arameş(huzur) ile karnımızı saflaştırıyoruz.(Gevşetiyoruz)
-Gövdenizi sağa doğru burun( Çevirin)
-Bacağınızı saf bırakın. (Gevşetin.)
-Eğer sancı hisseylediniz, harekete getmeyin.
-Teveccühünü başının tacına getir.
-Kolları kaldır, orada sakla.(tut)
Daha sonra gittiğim derslerden birinin ses kaydını yaptım. Dinlemek isteyenler buyurunuz buraya tıklayınız.
https://soundcloud.com/benimgozumden/azerice-yoga
Burada en çok hoşuma
giden "Kaslarınızı saf bırakın." cümlesi oldu. Kasın gevşemesi ile
saflaştığını ilişkilendirmek muazzam bir tanımlama. Gevşemeyle değişen kan
akışı artışı, bacağı gerçekten saf tutuyor.
Son yarım saati şavasanaya (dersin sonunda asnalardan sonra yapılan, derin gevşeme) ayırdık. Kuş sesleri eşliğinde bizi dağlara
tırmandırdı, sulara elimizi daldırdık. Doğanın sesini işittik. Çıplak ayakla
çimlerde yürüdük. Sonra yoga nidra yaptık.( Yoga Nidra,
uykuda olduğu gibi kişinin gevşemesi ve rahatlamasıdır, ama buradaki fark,
kişinin “bilinçli iken” kendisini gevşetmesi üzerine dayalıdır. Yoga Nidra’da
kişi bedenen gevşer ama zihnin bir seviyesinde kişi uyanık kalır ve
farkındalığını korur.)
Dersi bitirirken dua edildi. Bütün dünya insanları için barış
sözcükleri fısıldandı. "Allah'ın dergâhında Ali'ye selam olsun. Âmin! "
şeklinde biten çok güzel bir finali vardı. Özellikle final kısmıydı beni en çok
etkileyen. “Bereket olsun” dendi “Namaste!” yerine. Sadece bu final bile
herkesin oraya gelebilmesini sağlayan bir etken sanırım. Yogayı kendi kültürleriyle harmanlamışlar. Bana gayet doğal geldi. Sınıfın
geneline baktığımda ev hanımı da vardı, kara çarşaflısı da, dirseğine kadar altın bilezikle gelen
de, çok kilolu bir teyze de, iş güç sahibi olan
da. Eskiye nazaran daha iyi durumda olsa da, bizde daha elit bir kesimin yaptığı bir uygulama algısı hala var. Burada ise daha heterojen bir sınıfta olduğumu gözlemliyorum. ( Yoga eğitmeni arkadaşlarım beni affetsinler. Ama İran'la kıyasladığım için bu yorumu yapıyorum. Daha düne kadar yoganın dinle ilişkilendirildiğini unutmayalım. Bana "Budist misin?" diye soran bile oldu. Burada ise dinsel bir ifade olarak görülmekten uzak, daha çok sosyal bir aktivite. Bunun sebebini de sorguladım. Nasıl oluyordu da yoga onların hayatında bu kadar köklü bir yere sahipti? Meğer Rıza Şah döneminde yani 1920'lerde, yoga İran'da varmış. Yüzünü batıya çeviren Şah, gelen her şeye izin vermiş. 1979 devriminden sonra, şeriatla birlikte gelen baskı ortamı, evlerin içine karışamamış. Öğrenilen, edinilen uygulamalar da evde devam etmiş. Yani bizden önce tanışmışlar yogayla.)
Doktorların yönlendirdiği çok kişi var. Bu kısımda bizden ileride olduklarını
söyleyebilirim. İstanbul’da bile yogayı tavsiye eden doktor sayısı bir elin beş
parmağını geçmez.
Ders bitti. Herkesle yine göz teması kuruldu. Eğitmen yanındaki defterinden bir sayfa açtı, benden özür dileyerek Farsça bir hikaye okudu. (Farsça yazı dili.) Hemen hemen her dersin sonunda güzel bir hikaye okunuyor. Genelde başka insanların yaşam hikayelerinden çıkarılması gereken kıssadan hisse şeklinde. O derste okunmuş olan, Abraham Lincoln'ün, oğlunun öğretmenine yazdığı bir mektupmuş. Herkesin yüzünde"Aa evet, doğru ya." şeklinde bir ifade. Gülümseyen yüzlerle birlikte aşağı indik. Çay ve hurma ikramıyla sohbet ettik. Azericemi epey geliştiriyorum bu hurma sohbetleriyle. :)
Şeriatın Arapça'daki anlamı oldukça ilginç: İnsanı bir ırmağa, su içilecek
kaynağa ulaştıran yol.
Yoga da bir yol gibi. Varılacak bir yeri olmayan, amacı olmayan bir
yol. Dışına değil, içine baktığın, kendini keşfettiğin, kendini dürüstçe tanıman için
bir araç. Sözlük anlamı benzeşiyor gibi. Keşke sözcüğün anlamı, uygulamada da kendini gösterebilseymiş. Tam tersine, seni sınırlayan, adil olmayan, dini kullanan bir
sistem.
Şeriat ve yoga gibi iki zıt kavramın birbirini besliyor oluşu ne kadar garip! Buradaki kadınlar, şu anda geçiş döneminde olan İran'ın sisteminde,
yoga ile kendilerine bir yol açıyorlar. Sosyal hayatlarında yaratamadıkları boşluğu, genişliği, rahatlığı yoga ile yaratıyorlar. Yoga ile ciddi bir biçimde ilgileniyorlar. Eğitmenlik kursları da düzenleniyor. Katılan kadın sayısı çok fazla. Baskı rejiminin itmesiyle bu yoldalar aslında.
Kimisi huzur diliyor bu yoldan,
bir başkası sağlık. Hiçbir şey beklemeyen de var, kendini bulmak isteyen de. Tebriz’de yapan da, İstanbul’un Cihangir’inde yapan da aynı
yolun yolcusu. İkisi de hem birer hiç, hem de bir bütün. İster çarşaf üstünde yap, ister mat. Nasıl yapıldığı önemli değil. Tüm yapılanlar, var olan
bütünü hatırlamamız için değil mi zaten?