Powered By Blogger

Bumerang

9 Nisan 2014 Çarşamba

ŞİMALE, HAZAR KIYILARINA YOLCULUK


Bizde tatil deyince nasıl güney aklımıza geliyorsa, İran’da yaşayanlar için de şimal yani kuzey aynı anlamı ifade ediyor. Karadeniz iklimine ve doğasına çok benziyor. Biz de tüm kıyıları gezemeyecek olsak da, kendimize bir rota çizdik ve düştük yollara...

İran’da bir eyelet sistemi var. Kaldığımız süre boyunca, Doğu Azerbaycan, Kazvin, Erdebil, Zencan ve Gilan eyaletlerinin merkezlerini görme fırsatımız oldu. Doğu Azerbaycan’ın merkezi Tebriz, Gilan’ınki Reşd, diğerlerinin ise eyelet isimleriyle aynı.

İran'daki eyaletler

Hazar gezimizin rotası
                                                Hazar kıyılarına yaptığımız yolculuk sırasında diğer eyaletlerin bazılarını da gördük. Yolculuk uzun ve trafiğin keşmekeşinde biraz zor. Müthiş bir araç trafiği var. Trafik lambaları var ama her yönden araçlar durmayacaklarmış gibi ilerliyorlar. Nasıl geçeceğiz diye panik yaparken, gideceğin yönü belli ettiğin anda o yöndeki bütün araçlar yol veriyor. Bizde böyle bir durum görmek pek mümkün değil. Yol benim, geçemezsin, arayı kapatayım araç girmesinler yok. Bağıran, çağıran, korna çalan yok. Sanki yazılı olmayan bir trafik kanunu var ve tıkırında işliyor. Bir sure sonra alışıyorsunuz zaten. Yol boyunca bir kaç trafik kazasına şahit olduk. Can kaybı yoktu. Araçlarda çok hasar olmuş olsa bile, insanların sinirlenmemesini ve sakince “Bağışla” diyerek arabalarına binip gitmelerini ömrüm boyunca unutamayacağım. Levyelerin çıkmasını, bağrış çağrışların yükselmesini, insanların birbirini boğazlamasını bekledim. Alışık olduğum manzara buydu çünkü. Sakin tavırlarına hayran kaldım.

Bir de tam bir polis devleti olduğunu anladım. Her yerleşim biriminin öncesinde ve sonrasında yollarda rampalar oluyor. Mecburen yavaşlayıp polis kontrolünden geçiyorsunuz. Bu rampalara gerçekten dikkat edin, hiç tahmin etmediğiniz yerlerde de karşınıza çıkabiliyor. Polisler kuralların sıkı takipçisi. Tebriz’de bu konuda bir sıkıntı yaşamadığımız halde, dönüş yolunda gecenin bir yarısı polis tarafından durdurulduk. Kurallara uymamışız. Hatalı sollama yapmışız. Plaka yabancı olduğu için de durdurmuş olabilirler. Türk olduğumuzu, konsolosluğa dönemiz gerektiğini söyledikten sonra, arabayı alıkoymayla ilgili şakalar yaptılar ama en fazla beş dakika sonra gönderdiler.

Yol boyunca tuvalet ihtiyacınızı karşılamak isterseniz, temiz bir tuvalet bulmayı beklemeyin. Türkiye’de en çok neyi özledin deseler, tuvaletlerini derim. Maalesef bu konuda en turistik yerde bile sıkıntı yaşayabilirsiniz.Bu notu da ekledikten sonra artık yolculuğa başlayabiliriz. 

Astara'nın sisli tepelerine doğru yola çıktık. Geçtiğimiz güzergahtaki yerleşim birimlerinin renkliliği dikkatimi çekti. Çatılar rengarenk. Kurallardan ve baskıdan bunaldıkları için, bu şekilde bir dışa vurum yapıyorlar belki de. Pembe, sarı, yeşil, morun en fosforlusundan boyanmış çatılar, duvarlar bana göre çok güzeldi.


İlk durağımız Astara oldu. Buraya gitmeyi planlıyorsanız, teleferiğin çalıştığı zamana denk getirmeye çalışın. Kışın çalışmıyor. Tepeye çıktığınızda Tebriz’in kızıl dağlarından sonra alabildiğine yeşil görüyorsunuz. Havası çok temiz. Piknik yapmayı seven İran halkı çadırlarını kuruyorlar. Çadırlardan bazılarının Türk malı olduğunu gördüm. (Alışveriş için sık sık Türkiye'ye gidiyorlar.) Pikniği her yerde yapabilirler. Yol kenarında gördükleri bir tutam çim üzerinde dahi bu mümkün. Astara’da da bizim arabayı park ettiğimiz yerin hemen yanına kurdular. Aslında bu alışkanlıkları hoşuma gidiyor. Havaların iyi gittiği her günü aileleriyle birlikte vakit geçirmek için fırsat biliyorlar.


Astara'daki teleferik
Astara'da teleferik

Astara'da bahar

Astara'da kış
Yol kenarında piknik yapan aileler

Piknik yapan aileler



Yollarda, farklı olan her şey dikkatimi çekti. Tıpkı bu kamyon arkasında olduğu gibi. Türkiye'de hiçbir kamyoncu kasasına miki resmi koymaz!  :) Bunun da hayatı renklendirme çabası olduğunu düşünüyorum.



Teleferik ziyaretinden sonra Astara'nın sahiline indik. Burada'da herkes dışarıda piknik yapıyordu sanki. Denizi çok temiz değildi. Sahil de öyle. Hatta çer çöpün içine kurulmuş çadırlar da vadır. Sahilin insanlara verdiği rahatlık göze çarpıyordu. Sevgililer kayık sefasında, gençler kızlı erkekli dolaşıyor, aileler tıpkı bizdeki gibi mangal keyfindeydi. 

Astara sahili

Astara sahili

Astara sahili
Biz de sahilin büyüsüne kapılıp çay molası verdik. Denize çok yakın olan masalardan birine geçer geçmez birisi koşuverdi. Türkiye'den geldik dememizle beraber yüzler daha da gülümsedi. Koca bir demlik çay bitiverdi masada. Çaycı amcayla sıcak bir sohbete daldık. Etrafımıza gençler de geldi. Fotoğraf makinelerimiz dikkatlerini çekti. İran'da şaşırmayacağınız bir soru: "Neçedir?" Fiyat sorup, kendi ülkeleriyle kıyaslama yapmaya bayılıyorlar. Çayla ısındıktan sonra, biraz fotoğraf çektik. Gençlerin ATV motorlarıyla eğlencelerine tanık olduk ve yine düştük yollara...

Astara sahili

Astara sahili

Astara sahili

Sonraki durağımız İran’ın kuzey doğusunun uç noktası olan Erdebil şehriydi. Erdebil şehrinden sonra artık Azerice konuşulan bölgelerin sonuna geliyorsunuz. Erdebil’in balı meşhur. Bal almak için çarşıda durduk ve  bir aile yanımıza geldi. Sohbet etmek istiyorlardı. Erdebil’den Antalya’ya kaç km? Kaç saatte gidilir? Bizim plakamız hangi kente ait? gibi sorular. Elimizden geldiğince cevaplamaya çalıştık. Balı aldığımız amca emekli bir öğretmendi. Balın gerçek bal olup olmadığını sorduğumuzda bize çok dürüst cevaplar verdi.” Kim der ki bu bal tamamen tabiidir, o kişi yalan söyler.” 
İçine şeker katmıyormuş ama petek bal mumundanmış. Dürüstlüğüyle bizi etkileyen amcamız bize çay da ısmarladı. Sıcakkanlı ve misafirperverlikleriyle beni yine şaşırtmadılar. Yolumuz uzun, istikamet Reşt dedik ve amcaya veda ettik. 

Azerbaycan sınırına çok yakın bir yerden de geçtik. Bir taraf dikenli tellerle çevrilmiş, diğer taraf ise orman...


Azerbaycan-İran sınırı

Erdebil-Reşd arasındaki yolu gündüz gitmenizi tavsiye ediyorum. Doğası gerçekten çok güzel.

Gilan Bölgesi, İran’ın kuzeyinde, Hazar Denizi boyunca uzanan eyaleti. Baş şehri de Reşt kenti. Astara’da ve Erdebil’de Türkçe konuşabildiğimiz halde, yukarı doğru çıktıkça konuşamadık. Duyduğum dil Kürtçe’ye çok benzerdi. Sonra öğrendim ki, bu eyalette İrani dillerden Gilekçe ve Talişçe konuşuluyor. Bu diller Kürt dillerinden özellikle Zazaki ile benzerlikler içeriyor. Talişler genellikle yüksek yerlerdeki köylerde yaşıyorlarmış. Mezhep olarak Gilekler Şii, Talişler ise ağırlıklı olarak Sünni mezhebine tabilermiş. Daha önceleri eyaletin ismi; Gilan & Talişistan iken Talişlere karşı yapılan asimilasyon politikalarına paralel olarak eyaletin ismi de sadece ‘Gilan’ olarak değiştirilmiş. Talişler zorunlu göçe maruz bırakılmış ve Talişlerin köylerine Şii Azeri ve Gilekler yerleştirilmiş. Benzer asimilasyon politikaları İran’ın her tarafında diğer Sünni halklara da uygulanıyor. Tıpkı Sünni Türkmen, Kürt ve Beluçilere yapıldığı gibi.

Gilan Bölgesi iklim olarak Türkiye’deki Doğu Karadeniz Bölgesi gibi. Hatta insanları da Doğu Karadeniz insanına da benziyordu.

Her yönden çok benziyordu bizim Karadeniz’e. Yoğun olarak çay bahçeleri vardı. Bol yağışlı ve serin olduğu için özellikle yaz aylarında ülkenin diğer bölgelerinden turist akınına uğruyormuş. Yakın olması sebebiyle hafta sonları Tahranlıların akın ettiği yermiş aynı zamanda. Çadırını alan buraya kamp kurmaya geliyormuş. (Doğa manzarasını izlemek için çok ideal kamp yerleri var, tavsiye edilir.)

Kuzeye doğru çıktıkça, sosyal anlamda rahatladıklarına şahit olduk.(sahil etkisi) Parklarda genç erkekler ve kızlar gitar eşliğinde şarkılar söyleyip eğlenebiliyorlar ve buna itiraz eden kimseler gözükmüyordu ortalıklarda. Burası İran’ın en rutubetli şehirlerinden. Akşam kalmayı planlıyorsanız, kıyafetlerinizi ve kalacak yeri buna göre ayarlamanızı tavsiye ederim.

Reşt şehir merkezinde gezilecek yerler az. Asıl gezilecek yerler şehrin dışında. Onun için uygun bir fiyata bir taksiciyle anlaşabilirsiniz. Bu bölge için muhakkak bir araç tahsis edilmeli. Hem çok yağışlı olması sebebiyle hem de gezilecek yerlerin birbirlerine uzak olması bunu zorunlu kılıyor. Aksi taktirde bir Masouleh köyüne gitmek için saatlerce köyün minibüsünü bekleyebilirsiniz.
Biz arabamızla Anzali’ye ve Masouleh köyüne gittik.

Gezilecek yerler:
- Khaher-e Emam Reza : Şiilerce kutsal kabul edilen, Şii imamlarından İmam Rıza’nın kız kardeşlerinden birinin medfun olduğu yerdir. (Gitmeniz çok da gerekli değil.)
- Park-e Mellat: Bu şehir parklarıyla meşhur. Ve bu parkların en güzeli de bu park. Burada yerel insanlarla sohbet edebilirsiniz.
- Anzali : Burası şehrin dışındaki Hazar Denizine kıyısı olan kasabası. 1.5 – 2 saat sürüyor.
- Masouleh Köyü: Çok yoğun yerel turist alıyor. Otantik bir Karadeniz köyü gibi. Masouleh’de Glekçe değil de Taliş dili konuşuluyor. Her dem üzerinde sislerin olduğu, yağmurun eksik olmadığı bir köy.

- Şehir Merkezinin Dışındaki diğer yerler: Lahican, Deilaman, Lonak (Ormanı ve dağ manzarası güzelmiş) ve Ruthan Kalesi gidilebilecek diğer yerler.

ANZALİ

Anzali, çok güzel bir sahil kenti. Aynı zamanda işlek bir liman. Biz sahildeki Pars Otel'de kaldık. Türkçe ve İngilizce anlaşmak oldukça zor. Kahvaltı dahil mi değil mi öğrenebilmek için epey çaba sarf ettik. Otel fiyatı oldukça makul. Çok konforlu değil ama denize bakan bir oda olması bize yetiyor. 

Odadan manzarayı şuradan izleyebilirsiniz. 

Link:  http://www.youtube.com/watch?v=b_tq9ln9smQ&feature=youtu.be

Sahilde insanlar yürüyüş yapıyorlardı. Sıra sıra bir sürü kafe vardı ve gençler hep birlikte oturup nargile içiyorlardı. Kızlar dahil. Gördüğüm manzara karşısında şaşırdım aslında. Kıyafetler dışında her şey Türkiye'de olduğu gibiydi. Sahilde çekirdek çitletenler manzaranın tadını çıkarıyorlardı. Neşeli, rahat,  cıvıl cıvıl bir sahil kentiydi. Kebaplar harikaydı. Ne yiyeceğimize karar veremedik. Türkçe bilen birisini bulmak Tebriz'deki gibi kolay değildi tabi. Allah'tan mutfakta çalışan birisi Azeriymiş. Derdimize derman oldu. Balığı meşhurmuş dediler ama, kebap kokularının etkisiyle tercihimizi kebaptan yana kullandık. 

O gece güzel bir uyku çektikten sonra, ertesi gün erkenden Masouleh köyünün yolunu tuttuk. Hava biraz yağmurluydu. Mis gibi toprak kokusunu çekerek köye vardık. Yol boyunca yeşilin binbir tonu, çay bahçeleri, şelaleler ile tam bir görsel ziyafet yaşadık. Bu köyün özelliği evlerin yapılış biçimiydi. Her evin çatısı, diğer evin bahçesini oluşturuyordu. Kimse kimsenin manzarasını kapatmıyordu. Dik merdivenlerle evlerin arasında ilerledik. (Uygun bir ayakkabıyla gelin. Yorucu bir çıkışı var.)
Çatılarda volta atan erkekler, sisten zar zor seçilebiliyorlardı. Bir caminin tüm avlusu şehitlik biçimindeydi. (Şehitlerine gerçekten de çok değer veriyorlar.) Restoranları, hediyelik eşya satıcıları ile tipik turistik bir yer. Orada epey vakit geçirdik. Şamil kebabı denedik. Oldukça leziz. Masouleh köyü ile ilgili bir videoyu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz. 

http://www.youtube.com/watch?v=-53vlUOgoe0

İniş kolay. Karadeniz'de olduğumuzu bize hissettiren Masouleh'e teşekkürlerimizi sunarak Kazvin ve Zenjan üzerinden Tebriz'e geri döndük. Yolunuz bir gün İran'a düşerse, mutlaka Hazar kıyılarına uğrayın. Hepinize iyi gezmeler... 



Masouleh köyü yolu

Masouleh köyü yolu


Masouleh köyü yolu

Masouleh köyü yolu

Masouleh köyü yolu

Masouleh köyü yolu

Masouleh yolu üzerindeki çay bahçeleri

Masouleh köyü sokakları

Masouleh köyü sokakları

Çatılarda volta atan insanlar



Masouleh köyü sokakları


Masouleh köyü evleri

Masouleh köyü sokakları




Evlerin hepsi kerpiç


Masouleh köyü sokakları

Masouleh köyü sokakları

Çatılarda volta atanlar







Bir caminin şehitlik olan avlusu





















Not: Sisli bir zamanda gittiğimiz için, çok net fotolar çekemedik. en alttaki 4 fotoğrafı internetten buldum. Bilginize...















21 Ocak 2014 Salı

TEBRİZ ve ÇEVRESİNİ GEZELİM


Biliyorum, oradan bakınca İran’da dolaşmak size pek cazip gelmiyor. Rejimle ilgili duyduklarınızdan dolayı çekiniyorsunuz. Yeterli cesaretiniz ve biraz da paranız varsa, rejimin en hoşgörülü örneklerinin yaşandığı İran’a gitmenizi tavsiye ederim. İçimizdeki “doğulu” kültürünü burada yakından tanıma fırsatı bulacaksınız. Belki de hiç tanımadığınız bu yönünüzün farkına varacak, hem de ülkeyi gezip insanlarını, kültürünü keşfedeceksiniz. Ben de size elimde geldiğince, burada yaşadığım süre boyunca gezdiğim yerleri tanıtacağım. Yeni yerleri gezdikçe, başka yazılarla da desteklerim.

Şu anda Türkiye sınırına sadece 320 km uzaklıkta bulunan Tebriz kentindeyim. Tahran’a olan uzaklığı 624km. 

Tarihi oldukça eskilere dayanıyor. Arkeolojik kazılara göre, beş bin yıllık köklü bir geçmişi var. 642 yılında İslamcı güçler ele geçiriyor. Hayret ettim ki, Moğol işgalinde yıkılmıyor. O dönem için şanslı bir kentmiş. Sonra Safeviler geliyor. O dönem bir süre başkent oluyor. Safeviler’in ardından Kaçarlar işgal ediyorlar. Tebriz yine başkent. Osmanlıların ve Rusların akınlarına uğruyor uzun bir süre.

Son yüz yıl içinde de İran tarihinde önemli roller üstleniyor. 1906’da meşrutiyetin ilanında, 1950 petrolün millileştirilmesi ve 1978’den itibaren de Devrim sürecinde hep göz önünde. Şu anda da İran’da yaşayan 18 milyon Türk Azeri için kültürel ve ekonomik bir başkent.

Ankara’dan Iğdır’a uçakla gelip, Gürbulak sınır kapısına dolmuşlarla ulaşabilirsiniz. Otobüslerle Bazargan, Maku üzerinden Tebriz’e gelirsiniz. Bu en ucuz seçenek. Bazargan’dan Tebriz’e taksiyle de gelebilirsiniz. Otobüsten biraz pahalı ama Türkiye koşullarına göre oldukça ucuz. En fazla 70 bin tümen. Yani aşağı yukarı 50 Tl. Benzin fiyatlarının çok ucuz olduğunu tekrar hatırlatayım. Kendi arabanızla gelirseniz de TC plakayla hiçbir sıkıntı yaşamıyorsunuz. Koca depoyu 30Tl’ya dolduruyorsunuz. Ama arabayla giriş için yapmanız gereken bir takım resmi işler var. Triptik belgesi olmadan giremezsiniz. Yurt dışı çıkış harcınızı da herhangi bir bankaya yatırabilirsiniz. (15tl) Onları ihmal etmeyin.

Tebriz şehir haritası


Daha önceki yazılarda, gezerken dil konusunda sıkıntı çekmeyeceğinizi söylemiştim. Dikkatli dinlerseniz, oldukça iyi anlaşırsınız. Yolu kaybederim, bulamam endişesine düşmeyin.

Tebriz içinde taksi ücretleri en uzak mesafe 5000 tümen, yakın mesafe ise 2000 tümen. Bir yerden bir yere giderken eğer tek başınıza binecekseniz mutlaka pazarlık yapın. Bir de taksi dolmuşlar var. O taksiye tek kişi bineceğim derseniz buna derbest deniyor. Derbest binerseniz, en fazla 6000 tümen verirsiniz. Otobüslerde bile bayanların arka tarafta olduğu bir ülkede, taksi dolmuşlarda kadınlı erkekli dip dibe yolculuklara oldukça şaşıracaksınız.




İklimi her yerde Erzurum’a benzetilmiş. Ama Ankara’dan gelmiş biri olarak diyebilirim ki, Ankara’dan daha ılıman bir iklime sahip. Gece gündüz ısı farkını hesaba katın ve ona göre giyinin.  

Burada kalış için net bir bilgi veremiyorum. Çünkü ben bir evde kalıyorum. Otel bulma konusunda sıkıntı çekmeyeceğiniz bir yer. Yeni inşa edilen bir sürü otel var. Daha uygun fiyata kalacağınız yerler de bulmakta sıkıntı çekmezsiniz. Geceliği 40$la 70$ arasında değişiyor. 

Tebriz’deki birçok tarihi eser, şehirde yaşanan depremler yüzünden yıkılmış. Kalanları, burada size anlatmaya çalışacağım:

Arg-e Tebriz

Tebriz Kalesi’nin tamamı tuğladan örülmüş. 500 yıl kadar önce yıkılan bir caminin yerine yapılmış. Diğer adı, o caminin adına gönderme yapılarak Mescid-i Alişah
(Alişah Camisi). Aslında caminin çoğu harap durumda. Bir tek mihrap sağlam kalmış. Kalenin yüksek duvarlarının bir dönem idam cezalarının infazı için kullanıldığı söyleniyor.

Kapalı Çarşı(Bazaar)

Sadece Tebriz’in değil, İran’ın ekonomisinin önemli temel taşlarından. Ülkeye birçok mal burada çalışan tüccarlar tarafından getiriliyor ya da ihraç ediliyor. İstanbul’daki Kapalıçarşı’ya çok benziyor. Ama daha egzotik, yerel, kalabalık ve labirenti andırıyor. Burada en güzel dolaşma şekli kaybolmak. Nereye gittiğinizi bilmeden dolaşın. Sapın sokaklara… Yorulduğunuzda çay molası verebileceğiniz yerler çok. 


Tebriz Kapalı Çarşı


Tahminen 1000 yıllık bir yer. Günümüzdeki halini 15. yydan beri korumuş. İç yolları toplamı 3.5km uzunluğunda. 7350 dükkan ve 24 kervansarayı barındırıyor. Beş bölümden oluşuyor. Halıcılar, baharatçılar, kuyumcular, ayakkabıcılar, ev eşyaları. Çarşının kuzeyindeki caddelerde de ticaret çok canlı. Peynirciler, yağcılar, bisküviciler, çaycılar sattıkları mallara göre ayrılmışlar. Aynı malları satanlar genelde yan yana dükkanlarda. Türkiye’ye İran’dan gelen kaçak çayın merkezi de burası. Meşhur Tebriz halılarının olduğu bölüme mutlaka bakın. O kadar pahalılar ki, sadece bakmakla yetinin derim.
Tebriz Kapalı Çarşı
Tebriz Kapalı Çarşı
Tebriz Kapalı Çarşı
Tebriz Kapalı Çarşı



















Tebriz Kapalı Çarşı

Fotoğraf çekmek için oldukça iyi bir yer. İnsanların fotoğraflarını çekerken biraz zorlanıyorsunuz. Nahara yatmış esnafları yakalamak oldukça keyifli. Tabi izin kopartabilirseniz. (Nahar: İran’da öğleden sonra verilen mola. Kent içinde dükkanlar saat 14.00 ile 16.30 arasında kapalı olabilir.)


Kapalıçarşı’nın güneyindeki Şeriati caddesinde karnınızı doyurabileceğiniz bir sürü yer bulabilirsiniz. Çarşının hemen girişindeki yufka içi patates ve yumurta satıcılarından da oldukça ucuza yemek mümkün.
Şeriati caddesinden sola Imam Humeyni Caddesine sapıp beş dakika yürüyünce Tebriz’in ünlü Mavi Cami'sine varıyoruz.


Mescid-i Kabud (Mavi Cami)

Mescid-i Kabud

Birçok deprem geçirmiş. Yapılış tarihi 1465. İyi bir restorasyon görmüş. İçinde ve dışında turkuaz renginde çiniler göz alıcı. Zaten camiye “İslam’ın Turkuazı” da deniyor. Mavi çiniyle yazılmış 1001 tane Allah adı var. Giriş yüksekliği 17m. Kolonlarda Allah, Muhammed, Ali isimleri usta bir duvarcılıkla bezenmiş.


Mescid-i Kabud



Afzaladdin Bedel Khagani

Caminin bahçesinde 12.yüzyılın ünlü Azeri şairi Afzaladdin Bedel Khagani’nin bir heykeli bulunuyor. Bahçe “Khagani Bahçesi” olarak biliniyor.

Azerbaycan Müzesi

 Mescid-i Kabud’un hemen yanında. Kocaman ahşap kapısının önünde taştan iki koyun heykeli var. Kolaylıkla bulursunuz. 1957’de açılmış, 1962’de yenilenmiş.
Giriş katında “aşıklar” ismi verilen yüz yüze yatırılmış iskeletler ilgi çekici. Bu iki iskelet Hasanlu Bölgesinden getirilmiş.
Müzede, geçmiş dönemlerden kalma gümüş işleri, bronzlar, su kapları, eşyalar görebilirsiniz. 4000 yıl öncesine giden tarihi kalıntılara da rastlayacaksınız.


Azerbaycan Müzesi

Müzenin en alt katında İranlı heykeltraş Ahad Hüseyni'nin çeşitli çalışmaları sergileniyor. İnsanların hayatı, dünyadaki sorunlar, açlık, savaş, siyasi rejimler üzerine...Bu heykellerin hepsinin yapımı beş yıl sürmüş. Bu heykelleri görmenizi tavsiye ederim. Bence çok başarılı. 

Ahad Hüseyni'nin çalışmaları

Şairler Mezarlığı


Yetiştirdiği çok sayıda meşhur şairle tanınan Tebriz, dünyada şairleri için özel olarak yapılmış bir “Şairler Mezarlığı”na sahip olan tek şehir. Tebriz’in kuzey tarafındaki bir tepenin yamacına yapılmış olan mezarlığa definler yapılırken, edebiyatçı ve şairlerin isimleri kayıt altına alınmaya başlanmış. Zamanla buraya çok sayıda şairin cenazesi gömülmüş. Ünlü şairler de katılınca burası Şairler Mezarlığı’na dönüşmüş. 500 kadar şairin gömülü olduğu söyleniyor. Buradaki en ünlü şair Tebriz’in yetiştirdiği Şehriyar. Diğer önemli şairler Saib Tabrizi, Ohadi Maraghani, Seikh Mahmoud, Shabistani.

Şehriyar

Şah Gölü (İl Gölü)

Şah Gölü


Şah Gölü

Şah Gölü

Şah Gölü

Merkeze çok yakın bir mesafede, geniş bir havuzun etrafındaki bir park alanı. Şehrin trafiğinden uzaklaşıp dinlenmek için güzel bir yer. 

Havuzun tam ortasında Kaçar dönemine ait saraylardan birisi restore edilmiş ve lüks bir restoran olarak kullanılmaya başlanmış. Ama restoranından çok memnun kalmadım. Kebapları muhteşem diyemeyeceğim. Orada yemek yerine girişindeki yol üstü restoranlarından birisini tercih etmenizi öneririm. 


Şah Gölü


Şah Gölü





















































Etrafında yürüyüş alanları var. Kızlı erkekli badmington ve voleybol oynayan gençleri görebilirsiniz. Yalnız bilmeniz gereken bir şey var; Tebrizliler buraya El Gölü denmesinden hoşlanmıyorlar. Çünkü devrimden sonra Şah Gölü’nün adı mollaların baskısıyla değişmiş. Geceleri çok renkli, akşamları kalabalık…


Kendovan

Dünyanın en önemli kaya şehirlerinden biri olarak gösterilen Kendovan'ı diğerlerinden ayıran özelliği, halen içinde insanların yaşaması. Kayaların içi oyularak yapılmış yaklaşık 100 ev var. Arı kovanına benziyorlar. Bölgede yaşayan halkın en önemli gelir kaynağı ise arıcılık. Hayvanları için de yine kayaların içi oyularak yapılmış çok sayıda barınak ve ahır var. 


Kendovan

Kendovan

Şehrin tarihine ilişkin net bilgiler yok. Yaylalarda yaşayan insanların Moğol saldırılarından korunacak güvenli sığınaklar oluşturmak için bu kayaları oyduğu söyleniyor. Daha sonra da etrafındaki Sehend Dağları, yeşil meraları ve su kaynakları sebebiyle burada yaşamaya devam etmişler. 

Kendovan
Gün geçtikçe artan turist sayısı bal, kuruyemiş, kuru meyva gibi ürünleri ve yöresel el sanatlarını satan halkın bir bölümünü memnun etse de, bir çok Kendovanlı sürekli evlerinin çatısında dolaşan turistlerden rahatsız. 


Kendovan

Kendovan 

Tebriz'e uzaklığı 65 km. Arabasızsanız taksilerle iki saat orada bekleyecek şekilde, en fazla 50 bin tümene anlaşabilirsiniz. Oraya varmak için Osku'dan geçeceksiniz. Yol boyunca içinden geçeceğiniz köyler ilginizi çekebilir. Kendovan, bizdeki Kapadokya'nın bir benzeri. 

Konaklamak için köy evlerini araştırabilirsiniz. Ayrıca dört yıldızlı Lale Rock Otel'de de  yerden ısıtmalı odalarda biraz daha pahalı bir fiyata kalabilirsiniz. 

Tebrizlilerin piknik yeri gibi. Suyu çok şifalı. Çarşıdaki çeşmeden su içmeyi ve yanınıza su almayı unutmayın. Böbreklere iyi geldiği biliniyor. Yoğurt ve süt ürünlerinin, balların en doğalını burada bulabilirsiniz. Erdebil'den de bal almıştık ama kıyaslamak gerekirse, Kendovan'ın balı daha lezzetli. Çarşı'da turlayıp, kaya evler arasında dolaşarak güzel bir gün geçirebilirsiniz. 

Hepinize iyi gezmeler...



10 Aralık 2013 Salı

HAYAT SOKAKLARDA

Şah Gölü

Bir kenti en iyi nasıl tanırsınız? Ya da ülkeyi?

İnternetten paket turlar alıp, popüler, turistik yerleri otobüslere doluşup, verilen sınırlar içerisinde (zaman ve mekan) kalarak mı?




Ben de bir paket turu olan Venedik, Floransa, Roma gezisine katılmıştım vakti zamanında. O tur sırasında bile, rehberden ayrılmaya çalışıyorduk. Hatta birlikte gittiğimiz arkadaşımla birbirimizi kaybettik. İyi ki de kaybettik demiştik sonra da. Çünkü o farklı insanlarla tanıştı, ben de aynı şekilde. Roma’yı onların ağzından dinlemenin keyfi harikaydı.

Bir kenti tanımanın en iyi yolu, o insanların arasına karışmaktır. Bütün duyu organlarınla hissetmelisin. İyi bir iletişim yeteneğin varsa, evlerine girersin, birlikte bir yerlere gidersin. Hiçbir tur rehberinin anlatamayacağı yalınlıkta anlatırlar her şeyi. Üstelik aklınızda kalan da paket turlarda kalanlardan daha fazlasıdır. Ne kadar fazla insanla tanışırsan, sosyokültürel anlamda farklı bilgiler edinirsin.

Tebriz’i insanıyla tanımaya çalışıyorum. Onlarla birlikte yaşıyorum. Aynı şeyleri yaşamadık, duymadık, tatmadık ama birbirimize çok şey katıyoruz.

Bir yoga merkezine gitmeye başladım. Onlar da şaşırdılar. Merak ettiler. Kim tavsiye etmişti acaba? Sokaklarda dolaşırken dedim, gülümsediler. İstanbul’da yoga sayesinde hayatıma güzelliklerin akması gibi, burada da müthiş renkli insanlarla tanıştım. Tebriz öncesine de haksızlık etmemem gerekir. Arkadaşlarımın Tebrizli arkadaşlarıyla önceden telefonla ya da sosyal medya aracılığıyla görüştüm. Buraya gelince de onları tanıma fırsatı buldum. Sordum ama daha çok dinledim. Onlar da sordular. Kıyaslamadan, nazikçe dokunduk hayatlarımıza.

Kadınların ailenin direği olduğunu, yöneten bir güce sahip olduğunu gördüm. Evde erkeklerin hanımlarına yardımcı olduğunu, “Bir Türk’le evlenir misin?” sorusuna cevaben, “Türk erkekleri çok kaba ve tembel. Eşlerine hiç yardımcı olmuyorlar. Evlenmem, asla!”’yı işittim. 

Kadınların iş hayatında ve sosyal hayatta ön planda olabilmek için, erkeklerden daha çok canla başla çalıştıklarını gözlemledim.
Eynalı Dağı Yürüyüşü



Spora ne kadar düşkün olduklarını fark ettim. Yüzme, tenis, pilates, yoga, trekking, kick boks, dağcılık… Zamanlarını çok iyi bir şekilde değerlendiriyorlar. Sebebini sorduğumda da, yapacak daha iyi bir şey bulamadıklarını söylüyorlar. Sonuçta bizim bildiğimiz anlamda gece hayatı yok burada.




Çoğunluğunun mollaları istemediğini anladım. Kapalıçarşı’ya giderken bindiğimiz taksinin şoförü, “Tayyip Erdoğan’ın kafası çok büyük.” dedikten sonra “Bizi mollalar mahvetti. Ekonomimiz çöktü.” diye ekledi. Başka birisi “Tayyip Erdoğan tilki gibi” dedi, “Mollaları sevmiyorum. Bizi kafa olarak çok gerilettiler” diye ekledi. Yani farklı görüşlerdeki insanlar bile aynı düşünüyorlar. Ortak yönleri ise, İbrahim Tatlıses’i, Mustafa Sandal’ı, Ebru Gündeş’i çok sevmeleri. İbo’nun bir çeşit mafya olduğunu, kara para akladığını söyledim, “Paranın karası olmaz” dedi taksici kıs kıs gülerek. J

Taksicilerle muhabbeti sevdim. Uzun yola 5000 tümen, kısa yola 2000 tümen diye pazarlık yapmayı, beni kıramayışlarını… Taksiden inerken, bakkalda alışveriş yaparken  “Konağım olun, kalsın.” demelerini sevdim. Bu, dile ait kibar bir söylem. Ama dönmeden önce “Tamam o zaman, hadi eyvallah!” diye para vermemeyi de bir deneme fikri geçmiyor değil hani! J

Kemal Sunal’ı, “rahmetli bir filmde şöyle diyordu…” diyerek, sohbetlerine kattıklarını duydum şaşırarak.

Kulaktan ya da internetten öğrendiğim bilgileri düzeltmelerini seviyorum. ("Şah Gölü der misin lütfen? El değil. Çünkü bunu mollalar istiyor.")

Bir molla yanımızdan geçerken, “Boyunları devrilesice!” dedik birlikte… Ya da Şiiliğe ait dini bir ritüele saygı duydum sessizce. Aşura’daki yaslarını izledim, farklılığa, inançlara saygı duymam gerektiğini bilerek…


Okul Ziyareti
Tebriz’in sadece Vali Asr muhitinden olmadığını, Tebriz’in arka sokaklarındaki hayatın bambaşka olduğunu gördüm. Tıpkı bizim ülkemizdeki gibi. Oradaki okullardan birine yardım dağıtmak için gittiğimizde, yoksulluğun ifadesinin aynı olduğunu gördüm masum yüzlerde. Utangaçlıkları, çekingen bakışları dağladı yüreğimi. Lastik ayakkabıyla, en kötüsü de ayaklarına naylon geçirerek gelen çocukların, ayakkabılara sarılışına şahit oldum. onları gözüm buğulu izlerken, çevremdeki yardımseverlerin kanatlarını hayal ettim. Çocuklarla şakalaşmaları, “Aferin!” kelimesini sık sık kullanmaları, sohbet edişleri, psikolog edasıyla onlara yaklaşmalarıyla ısındı yüreğim. Yürekleri kocaman olan bu yardımseverlerin, okullara on senedir gidip geldiğini öğrendim. Kutu kutu ayakkabı, çuval çuval kapşonları (burada monta kapşon deniyor) nasıl büyük bir sevgiyle dağıttıklarını gördüm. Rahatsız olmasın kimse diye, bu sefer fotoğraf makinemi kaldırdım çantaya. Olan biteni kaydettim ruhuma… 



İki adımda bir şehitler için yardım kutularına rastladım gezinirken. Yerde bulduğum 500 tümeni atıverdim içine. 


“Yolda giderken değişik sarık renkleri olan mollalardan birini gördüm. Renkleri ne anlam ifade ediyor?” diye sordum. “Keşke çarpsaydın, kurtulamadık onlardan” diye şakacı bir yanıt aldım. J Beyaz, en alt seviye molla demek. Yeşil ve siyah, on iki imamın soyundan gelenler. Siyah ise, “Ayetullah” denilen en yüksek rütbeli mollalarınki. Ayetullahlar, Kur'anı yorumlama yeteneğine sahip kişilermiş.

Gecenin bir yarısı Hazar Denizi yakınlarından dönerken, girdiğimiz bir benzinlikte Deniz isminde bir Azeri ile karşılaşma ihtimalini seviyorum ben. Benzinlik çalışanlarının, arabamızda İbo'nun cdsi olup olmadığını sormaları gülümsetiyor beni. 
Sanki kırk yıldır Türkiye'de yaşıyormuş gibi bizim siyasete hakim oluşlarına tanık olduk. Amerika'yı birlikte eleştirdik. İran'ın yüzünü biraz daha batıya çevirmesini hatta Amerika ve İngiltere ile yakınlaşmasını istiyorlardı. Konu Türkiye'ye geldiğinde ise, Amerika'nın oyununa geldiğimizi söylediler. Bu tezatı fark edince de gülüştük. Yaklaşan yanıyor desenize... :)

Eynalı Dağı



İlk geldiğimde, Tebriz’in kızıl renkli dağlarına bakıp, binaların sarı kiremitlerine anlam verememiştim. Öğrendim ki, dağın arkasında kehribar toprak varmış kiremit yapımında kullanılan. Şu sıralar en çok sevdiğim renk; kehribar rengi...
   





Kadınların giyinişinin, düşünce yapısıyla birebir ilişkili olduğunu zannettim ilkin. Çador denilen çarşafa sarınanlar oldukça muhafazakar, sadece bir fulara benzer örtüyü başına aksesuar olarak geçirenler gelişime açık olanlar diye düşünmüştüm. Sonra, çarşaflı bir bayanla yan yana yoga yaptık. Dua ettik ders sonunda aynı hislerle. Fular kullananların aşırı makyajı ve kendilerine has kaş şekillerini, sisteme karşı gelmek için, bir çeşit gizli direniş şeklinde kullanıyor olduklarını zannetmiştim. Kaşları aynı şekilde olmayıp, makyajsız olan bir yazar ve bir diş hekimi ile tanıştım. Yüzlerindeki yaşanmışlık, deneyim, mütevazilik sildi götürdü onlarla ilgili kalıplarımı.

Öğrendim ki; evlendikten sonra kadınların soyadları değişmiyor. Çocuklar babanın soyadını alıyorlarmış. Hanımlara ve beylere seslenilirken, soyadlarıyla sesleniliyor. Hanım Sezer, Aga Sezer gibi.

Bazen de yeni bir şeyler öğrenirken, güldürdük kendimize...Manavda limon görünce, nasıl olsa Azericeyi de aynıdır diyerek istedik. Salatadaki tat farkını anladık ama, buranın limonu da böyleymiş diyerek, uzun bir süre kabullenerek yedik bir meyve olan Şirin Limonu. Meğer isterken, turş limon denmesi gerekiyormuş. 

Homafer meydanındaki piyasa ortamına takılmak yerine, gençler arasındaki iletişim(!) çabasını izledim. Bazen gençlerin benimle de tanışmak istediği oluyordu hani. “Hala iş varmış sende kızııııım!” diyerek gülümsedim. J

Alışveriş yaptığım bakkal, çocuğunun Türk çizgi filmlerini izlediğini, bu sebeple çoğu zaman Türkçe konuştuğunu, onu bazen anlayamadığını söyledi sohbet ederken. :)

Azerilerin dillerini sadece kendi aralarında konuşabiliyor oluşlarındaki sınırlamaya üzüldük birlikte. Bu şekilde giderse, bir elli sene içerisinde Farsileşecekler. Konuştukları dil Azerice, Türkçe, Farsça karışımı. Yazı dili Farsça. Kendi dillerinde eğitim hakları yok. Asimilasyon yapılmaya çalışıldığının farkındalar. Evlerde sadece Türk kanallarını izliyorlar. Bu da bir çeşit kendi kültürüne yaklaşma çabası. Azeriler, Türk olduklarını söylüyorlar. Bazıları kendisine Azeri denmesinden hoşlanmıyor. Yetmiş beş milyonluk İran’da otuz beş milyon Türk yaşıyor. Ama milliyetçilik kabarmasın diye, sistem onları kontrol etmeye çalışıyor.

Sıcakkanlılıkları beni çok etkiledi. Türkler de sıcakkanlı ama İran Azerileri kadar değil. El sıkışlarındaki güç, göz temaslarındaki samimiyet... Ellerini bırakasım gelmiyor tokalaşırken. Hazar Denizi taraflarında dil problemi yaşamamıza rağmen, genel anlamda İran’daki herkes çok yardımsever. Yolunuzu bulamamanıza imkan yok.


O kadar sevdim ki onları, bizim televizyonlarda Tebriz’li birini görsem “Vayy, bizim çocuklara bak seen!” tepkisini veriyorum refleks olarak. Örneğin Acun’un Yetenek Sizsiniz programına katılan Babek ve arkadaşını ezdiklerinde, HülyaAvşar ve Acun’a sinir oldum. Türkçe bilmeyen bir arkadaşıyla gelmişti. Tamam, kendilerini komik duruma da düşürdüler, orası bir gerçek ama yine de dinleselerdi, gerçekten onları anlayabileceklerdi. Hülya Avşar “Can you speak English?” dediğinde “Yuh!” dedim. Çünkü Azeri Türkçe’sini anlamak yerine İngilizceyi tercih etmesi çok garipti.  

Sonra, Ben Bilmem Eşim Bilir programına katılan İranlı çift, kendilerine “Azerbaycan’dan geldik.” dediklerinde dikkat etmedim önce. Sunucu da ”Oooo, kardeş vatan “ vs deyince, İran Azerbaycan’ından, Tebriz’den olduğunu vurguladılar. Herkes dumur olmuş bir şeklinde baktı birbirine. İran’da Doğu ve Batı Azerbaycan eyaletleri olduğunu okumuştum. Kendilerini ne Azeriliğe ne de İran'a dahil edemediklerini görünce, canım sıkılmıştı.

İşte ben böyle seviyorum bir kenti. Kıyaslamıyorum birini ötekiyle. Deniz varmış, yokmuş pek ilgilendirmiyor beni. Bu şekilde hissedebiliyorum. İnsanlarını sahipleniveriyorum yaşadıkça. 

Şeker Pancarı Satıcısı
Kapısının önüne cipini park eden mini etekli, ince çoraplı, yüksek topuklu ayakkabı giymiş, oldukça şık bir kadının, kimse görmesin diye sekerek kapısına koşuşundaki telaşa tanık olmayı seviyorum. 

Aniden karşına çıkıveren, şeker pancarı satıcısıyla Türkçe muhabbet etmeyi seviyorum. 

Yanımdan son ses Gangam Style dinleyerek hızla geçen çılgın İranlı gençleri seviyorum.(Bu şarkıyı burada da duydum ya, gözüm açık gitmem artık :))

Gülümseyerek ilerlerken buram buram doğal gaz kokan sokaklarda, bir okulun çıkışına denk geliyorum. Başları sınıflara göre farklı renklerde bağlı olan küçük kızlara üzülmek yerine onların şakalaşmalarını, dünyanın her yerinde aynı olan çocuksuluğu gözlemliyorum uzaktan. Her nasıl iseler öyle olduklarını kabul ederek yürümeyi seviyorum sokak aralarında. Tıpkı bir sokak kedisi gibi her yeri hissederek…

Sokaklara atmalısın kendini.
Kaybolmalısın bilmediğin bir memlekette.
Bir kedi gibi koklamalısın her köşeyi.